10 Eylül 2015 Perşembe

Sosyal Eleştirinin Güldürü Formatındaki Yeri



Not: Bu yazı, Büt Dergisi'nden alınmıştır...
Sadece sinemada değil, her dizinin, tiyatro oyununun, haberin, karikatürün ve hatta fıkranın mutlaka insana bir şeyler katması gerekir. Amaç yalnızca eğlendirmek değil, eğlendirirken düşündürmektir. “Dram” formatlı yapımlar  ile “komedi” formatlı yapımların seyredilmesi, yorumlanması ve izleyicide bıraktığı etki yönünde dağlar kadar fark var.  Sosyal eleştiriyi, toplumun ve devletin aksayan yönlerini, dram adı altındaki yapımlarda sıkça görmekteyiz.
Verilen mesaj veya söylenmek istenen söz, dram formatında izleyiciye aktarıldığında, izleyici bu mesajı almakta güçlük çekmiyor. Çünkü, o yapımı izlerken, dikkatini dağıtacak hiçbir şey yok. Kendini tamamen bırakıyor. Bilgi, dolaylı yoldan değil, salt olarak veriliyor. İnsan beyni zorlanmadan, verilen mesaj bir hap gibi yutuluyor. Bizim izleyicimize de bu daha kolay geliyor. İşin tuhafı, tüm bunlar güldürü formatında verildiğinde her şeyin bir anda çöpe gitmesi…
Aslında, her yaştan izleyici kitlesinin kendinden bir şey bulabileceği, toplum olarak daha fazla ihtiyaç duyduğumuz komedinin, bu işlevi yerine getirmedeki başarısızlığı, beni hayal kırıklığına uğratıyor. Bana göre dram yapımlarında, sosyal eleştiri yeteri kadar sert ve yerinde verilemiyor. Çünkü konu ön planda oluyor. Genelde, “aşk” temasının hakim olduğu dram filmlerinde, sosyal eleştirinin “s”si bile gözükmüyor.  Gişeye bakıldığında komedi filmleri rekor kırıyor. Fakat rekor kıran bu filmlerde de sosyal eleştiri kendini göstermiyor. Göstermemesi çok doğal. Çünkü yok…
AĞLARKEN ALINABİLEN BİR MESAJ, GÜLERKEN NEDEN KAYBOLUR?
“Güldürü” sözcüğü duyulduğu an, kişide bir rahatlama, arınma, dış dünya ile bağını kesme ve tamamen gülmeye yönelik bir durum oluşuyor. “Şimdi film başlayacak ve bol bol güleceğiz.” Cümlesi herkesin kafasında yer ediyor. Sosyal eleştiri, güldürü formatının içerisinde yer aldığında daha etkili ama anlaşılması daha güç bir etki yaratır. Mesaj, ayan beyan ortada değildir. Seyirci, kendi çabasıyla, daha önceki tecrübe ve bilgilerinden yararlanarak, filmi daha dikkatli izlemelidir. Aksi takdirde izlenen filmin yeri çöplükten başka bir yer değildir.  Komedi fimleri – özellikle yeşilçam dönemine ait olanlar – her zaman için akılda daha fazla kalmıştır. Fakat o dönem filmlerinin verdiği mesaja kimse dikkat etmemiş, işin sadece eğlence kısmıyla ilgilenilmiştir. Türk sinemasında özellikle Zeki Ökten ve Ertem Eğilmez, sosyal eleştiriyi güldürü formatına yedirip, bir güzel yoğuran ve elde ettiği ürünü izleyicisine sunan yönetmenlerin başında gelirler. “Hababam Sınıfı”, “Çöpçüler Kralı”, “Kapıcılar Kralı”, “Namuslu”, “Şabanoğlu Şaban”, “Mavi Boncuk”, “Korkusuz Korkak”, “Bizim Aile”, “Aile Şerefi”, “Tosun Paşa”, “Köyden İndim Şehire” gibi filmler, yukarıda bahsettiğim tanımlara “cuk” diye oturan tarzdadır. Peki ya içlerinde bulunan mesajlar? Hangimiz farkındayız?
Ezen – ezilen ilişkisi, ebeveynin toplumdaki yeri, namus kavramı, eğitim ve öğretimin işleyiş biçimi, sıradan ile meşhur insanın toplumdaki farkı konumu, şöhret yaratma isteği, bilge ile cahil insanın inandıkları değer yargılarının farklılığı ve gücün (paranın) menfaate göre el değiştirmesi bu filmlerin hepsinde defalarca belirtilmiştir.
Türk sineması, yabancı sinemaya göre bu konuda çok daha çeşitlidir. Çünkü bizim toplumumuzun aksayan yönleri ne yazık ki daha fazla. Malzemenin çok oluşu, yeni ve özgün filmler yaratmaya elverişli olsa da, sosyal eleştiri “Recep İvedik”, “Arog”, “Gora”, “Yahşi Batı”, “Eyvah Eyvah” gibi son dönemin en çok izlenen, güldürü formatındaki yapıtlarının içerisinde kendine yer bulamaması, insanları git gide yozlaştırıyor. Olan bitenden bihaber, eleştiriye tamamen kapalı, bulunduğu konumun farkında olmayan, koyun gibi bir yaşam süren, “hak” sözcüğünün anlamını unutmuş bir insan yığınını ortaya çıkartıyor…
BİR TÜRKİYE GERÇEĞİ: ABUZER KADAYIF
Değerli rejisör Tunç Başaran’ın 2000 yılında çektiği, başrolünü usta sanatçı Metin Akpınar’ın üstlendiği bu film, son yıllarda çekilmiş, sosyal eleştiriyi güldürü formatının içerisinde fazlasıyla verebilen, Türk sinemasının en önemli örneklerinden biridir. Görünürde, bir matematik Profesörünün, “Abuzer Kadayıf” adında bir şarkıcıya dönüşmesini anlatsa da durum hiç öyle değildir. İşte başından beri anlatmak istediğim şeyi, bu film üzerinden giderek pekiştirelim. Filmi izleyen “kah, kah, kah” veya “kih, kih, kih” çiler, biraz evvel bahsettiğim konuyu anlayıp, gülme işlevini yerine getirmenin hazzını yaşarken, biz, arka planda olup bitene bir göz atalım…
İki ayrı mesajın bulunduğu filmin ilk etabında, matematik Profesörü Ersin, geçmişte tinerci bir çocuk tarafından bıçaklanan hamile karısını unutamamış ve kafasını tinerci çocuklara takmıştır. Kalacak yerleri olmayan, içki ve esrarın kol gezdiği, toplumdan tamamen koparılmış bu çocukları, topluma geri kazandırmak ve daha iyi şartlar altında yaşamlarını sürdürebilmeleri için bir mekan açmaya kararlıdır. Bu sebepten dolayı, Abuzer Kadayıf kılığına bürünmüştür. Tabii sevgilisinin ve öğrencilerinin bundan haberi yoktur. Bu işten kazandığı parayla istediği mekanı açan Ersin, bu topluma bir şeyler katmış olmanın huzuruyla, matematik öğretmenliğine geri döner.
İkinci mesaj daha kapalı bir şekilde izleyiciye sunulur. Ersin, hayalini gerçekleştikten sonra, eski haline dönerken bir aynayla konuşur. Abuzer Kadayıf tiplemesi, halk tarafından çok sevilince, medya patronları, (Filmde bu şekilde imgeleştirilmiştir. Aslında suyun başındaki adamlar diye tabir edebileceğimiz, her sektörde var olan, gücü elinde tutan erkler.) bu işe devam etmesi gerektiğini ve sırtından para kazanmakta kararlı olduklarını açıkça vurgularlar filmde. Fakat Ersin, devam etmemekte kararlıdır. Bundan dolayı da ölüm tehtidiyle karşı karşıyadır. Aynayla konuştuğu esnada, gerçek yüzünü görür…
Medya, toplumun istediği şeyi vermiş gibi gözükerek, iyi bir portre çizer. Fakat hiçbir zaman toplumun istediğini vermemiştir. Toplumdan, kendi istediği şeyi, istemesini sağlamıştır. Tıpkı günümüzdeki gibi… Ersin, Abuzer Kadayıf kılığına girmemekte direnince,  gücü elinde tutan erkler, işlerini sağlama almışlar ve meşhur olmayı çok isteyen, sesi berbat olmasına karşın, halkla kucaklaşmak için yanıp tutuşan birini yani yeni adıyla “Mahmut Künefe”yi yaratmışlardır.
İnternet ortamında bulunan birtakım sözlüklerde, bu filmlerin yeteri kadar amacına ulaşmadığı, anlamayan kesimin, filmi kötü olarak nitelendirdiğini görmekteyiz. Oysaki bütün bunlar Türkiye’nin gerçekleri… Artık izlediğimiz ve bundan sonra izleyeceğimiz, özellikle güldürü formatlı filmleri lütfen daha dikkatli izleyelim.

Ege KÜÇÜKKİPER

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder