Bir sinema filminde mesaj kaygısı olmalı mıdır? Elbette olmalıdır. Fakat, “Mutlaka mesaj vermeliyim, bunun için her yol mübahtır.” zihniyetiyle yaklaşıldığında verilmek istenen mesaj doğru adrese gitmeyebilir ya da filmin amacına hizmet etmeyebilir.
Kişilerin, zihinleriyle oynayarak, bir nevi yönlendirme aracına dönüşen sinema; sadece bilinçaltına etki ederek değil, bilinçli bir şekilde de bu işlemini gerçekleştirmekte. Aldığı reklamlarla, insanın gözüne sokarcasına, dünya kadar para harcayıp; bu da yetmezmiş gibi müşterisine bir yığın para harcatıp, emeline ortak eden sinemacılar, kendi ürettiği eserlerle, o eseri izlemeye gelen seyirciyle dalga geçmekte.
Bilinçaltı mesajın yani subliminal mesajın patlak verdiği olayla başlayalım. 1957 yılında James Vicary, yaptığı filmlerin içerisine hızla yanıp sönen yazılar koyduğunu açıkladı. Bu yazılar saniyenin onda biri kadar ekranda gözüküyordu. Bilinçaltıyla algılanan mesajlarda “Acıktınız mı?”, “Popcorn yiyin”, “Coca-Cola için” gibi insanları tüketime ve kendi iradesi dışında bir şeyler yapmaya zorlayan sistem oluşturuldu. Film bittiğinde popcorn satışları %57, Coca-Cola satışları ise %18 artmıştı. Korku filmleri bu konuda başat olarak seçiliyordu. Amerika’nın övülmesinden, emperyalizmi benimsemeye kadar birçok yöntemin kullanıldığı subliminal mesajlar, en çok durağan karelerin içerisine yerleştirilen görsel içerikli yazılardan oluşuyordu. Bilinçli bir şekilde konulan yazılar, ne yazık ki bilinçaltı ile algılanabiliyordu. Bunların en başında ise “sex” sözcüğü yer almaktaydı.
Sinemacılar ve reklam verenler, cinselliği burada da ön plana çıkarmış ve bunun üzerinden bir rant sağlamayı tercih etmişlerdir. Başlarda bu kadar yoğun olmasa da, bütün suçu yapımcı, reklam veren ve yönetmen üçlüsüne atmak doğru olmaz. Zamanla seyircinin de bunu istemesi, durumu bu noktaya taşımıştır. Yani subliminal mesaj bir nevi uyuşturucu görevi görmüştür. Bağımlılığın artmasının sebeplerinden biri kuşkusuz cinselliktir. Sex yazısı yerine belki başka bir sözcük kullanımı tercih edilseydi, etik açıdan ve sonuçları itibariyle bu kadar acı olmazdı. Hem Türk, hem de Dünya sinemasında üretilen filmler, içine girdikleri bu yolu benimseyip, düzeltmek için hiçbir şey yapmamakta ve filmin özüne verilmek istenen mesajı veremeyip, altta bekleyen mesajı seyirciye geçirmekte. Bu durumda film kalitesinden ödün vermiş olmakla birlikte, amacına hiçbir zaman ulaşamamış, popüler kültürün bir parçası olan, bir kitle iletişim aracı olarak sinemanın işlevini söndürmekte. Sinema bir haz alma ve algı sanatıdır. Subliminal mesaj ile birlikte ise komut alma ve uygulama sanatı olmaya yüz tutmuştur.
Cinselliğin neden bu kadar ön plana çıktığına geri dönecek olursak; Türk sinemasının eski günlerine, hepimizin defalarca izlediği Yeşilçam filmlerine gitmemiz gerekir. O filmlerde, seyirci nasıl cinselliğe alıştırıldıysa, pekala tersi bir tutumla cinsellikten uzaklaştırılabilir. Peki uzaklaştırılmalı mıdır? İnsanların zihinleri üzerinden, istem dışı hareketlerle bir rant sağlanacaksa evet uzaklaştırılmalıdır! Uzaklaştırıldığında sinema verimsizleşir ya da izleyici kitlesini kaybeder mi? Bunun yanıtını denemeden öğrenemeyiz… Şu kadarını söyleyebilirim ki kitlesini kaybetmez. Çünkü olmayan bir şey kaybedilemez. Kırk yılın başı bir film vizyona giriyor ve izleyici topluyor. Yani binde bir olacak bir olay söz konusu. O kadar yanlış tutumlar arasında elbet bir doğru çıkacaktır. Subliminal mesaj artık sadece sinema filmlerinde değil; reklamlarda, dizilerde, çizgi filmlerde, internette ve hatta şarkılarda bile kendini gösterdiği için, sinema kendini korumakta güçsüz kalmıştır.
Sinemada cinsellik, alıp başını gitmiş durumda. Desem de inanmayın. Fakat boyut değiştirdi diyebilirim. Yeşilçam filmlerinde birebir gösterilen kadın ve erkek vücudu ya da bol yataklı sahneler günümüzde biçim olarak aynı kalmış olabilir ama içerik olarak oldukça değişmiştir. Günümüzde “sözlü taciz” daha sokak ağzıyla konuşmak gerekirse “bel altı konuşma” kendini göstermekte. Her söylenen cümlenin içerisinden bir cinsel anlam çıkarılmakta ve bu sayede farkında olmadan subliminal mesaj vermekteyiz. Pornovari filmlerin çokluğu, Nuri Alço’lu, Tecavüzcü Coşkun’lu, Aydemir Akbaş’lı “Türk tipi cinsellik”, yerini Cem Yılmaz’lı, Şahan Gökbakar’lı “………tipi cinselliğe” bırakmıştır. Boşluğu nasıl isterseniz öyle doldurabilirsiniz.
Her dönemin kendine göre yanlışları oldu. Ama hiçbiri son dönem Türk sineması kadar berbat ve bayağı bir halde değildi. Cinsellik teması bir türlü istenileni veremedi ve toplumun ihtiyacını karşılamakta yetersiz kaldı. Hal böyle olunca, bilinçli bir şekilde tatmin olamayan izleyici, bilinçaltı ile tatmin olmaya çalıştı. Bu çalışma da, duygusunu, benliğini, iradesini, karar verme yetisini ve ne yazık ki insanlığını kaybetti. Pazarlama aracına dönüştü ve cinselliğin yanlış kullanımını beynine kazıdı. Bilinçaltı mesajı hangi Yeşilçam filminde gördünüz bir düşünün. Bir de son dönemde hangi filmde görmediğinizi düşünün. Ve sakın bu yazıyı aklınıza kazımayın. O zaman bütün amacımı yitirmiş ve mesajımı sizlere geçirememiş olurum. Bu yazıyı sırf cinsellik kelimesini görmüş olmanız dolayısıyla okuduysanız, zaten bir evvelki cümlem gereksiz duruma düşmüş demektir…
Ege KÜÇÜKKİPER
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder