10 Eylül 2015 Perşembe

Sinemada Uyarlama





Not: Bu yazı, Büt Dergisi'nden alınmıştır.


Sinemanın başlangıcından beri, ister bir romandan, ister bir tiyatro oyunundan beyazperdeye uyarlanan, sayısız film yapıtı ortaya çıkmıştır. Hatta yıllar ilerledikçe, ödül törenlerine , “en iyi uyarlama senaryo” dalı eklenmiştir. Başlangıçta yapılan roman veya oyun uyarlamaları, esere ana hatlarıyla sadık kalmış, bazıları ise eseri birebir yansıtmayı başarmıştır. 
Eğer film, eserin anlatmak ve vermek istediği mesajdan tamamen bağımsız, olay bütünlüğünü başka bir yöne çekiyor ise, sırf değişiklik yapmak için, senaristin yaratıcılıktan uzak durması gerektiğini düşünüyorum. Yönetmen elbette filmi nasıl çekeceğini, kendi hayal gücü doğrultusunda belirleyebilir. Zaten sinema da esas iş yönetmenindir. Uyarlamalarda bile. Senarist, esere fazla dokunmadan, özüne sadık kalarak, herhangi bir karakter çıkarımı veya eklemesi yapmadan, vermek istediği mesajı, yazarın çerçevesinden değerlendirip, izleyiciye sunmalıdır. 
Türkiye Cumhuriyetinin yetiştirmiş olduğu en önemli yazarlardan biri olan Yaşar Kemal’in şimdiye kadar yalnızca iki eseri, sinema filmine dönüştürülmüştür. Bunlar, Zülfü Livaneli’nin senaryolaştırıp, yönettiği “Yer Demir Gök Bakır” (1987) ve bir Yeşilçam efsanesi olarak kabul edilen “Yılanı Öldürseler” (1981) adlı yapıtlardır. Peki neden Yaşar Kemal gibi, romanları milyonlar satan bir yazarın başka bir eseri sinemaya uyarlanmamış? Günümüzde aynı şey diziler için de geçerli değil mi?
Yukarıda bahsettiğim bu iki eserin tarihlerine baktığımız zaman günümüze çokta yakın olmayan tarihler. Dizilerin reyting için, sinemaların ise gişe rekabetine girmediği dönemlerde çekilmiş. Bu sebeplerden ötürü de Yaşar Kemal, eserlerinin uyarlanmasına izin vermiştir. Ama bazılarına da izin vermemiştir. Bunun sebebi ise, romana zarar vereceği içindir. Bazı eserler vardır ki, eğer bir roman ise sadece kitap olarak kalmalıdır. Tiyatro eseri için de aynı şey geçerlidir. Örneğin, William Shakespeare’in en ünlü yapıtları, “Hamlet”, “Macbeth”, “Coriolanus”, “Julius Ceaser”, “Romeo ve Juliet” ve “Venedik Taciri” defalarca sinemaya uyarlanmıştır. Ama tiyatrodaki kadar başarılı olamamıştır. 
Dönem eserlerini, günümüze uyarlama gibi bir sorunla karşı karşıyayız. Eser hangi dönemde yazıldıysa, o döneme göre bir kostüm, mekan, makyaj uygulaması yapılmalıdır. Romeo ve Juliet eseri 1562 yılında yazılmasına rağmen, kılıçların yerini, silahlar almıştır. Eseri, tiyatro sahnesinde izleyen birinin hayal kırıklığına uğramaması mümkün değil! İzleyicinin ilgisinin, daha yoğun olmasını istedikleri için yönetmenler bu formüle yönelmektedir. Bana göre son derece yanlış bir seçim. Eserin geçtiği dönem yansıtıldığında, insanlar hem o dönem hakkında bilgi sahibi olurlar hem de eserin o dönemin koşullarına göre nasıl bir titizlikle yazıldığının bilincine varırlar.
Biraz da günümüze bakalım. Tolstoy’un başyapıtı olan Anna Karenina on ikinci kez beyazperdeye aktarıldı. Filmi izleme şansım oldu. Burada yapıtın, ana noktaları verilerek izleyiciye sunulmuş. Yönetmen, “gereksiz” olarak  gördüğü ayrıntıları eserden çıkartmak durumunda kalmış. İki ciltlik bir romanı, her yönüyle aktarmaya kalktığınızda, film saatler sürebilir. Bu da izleyiciyi sıkabilir. Birtakım kırpmaların yapılması aşikardır. Fakat bu uyarlamada, senarist görevini başarıyla yerine getirememiş ne yazık ki… Kitaptaki “ruh” malesef filmde yok olmuş. Bu, hem kitabı okumadan, filmi izleyenler için Tolstoy’u yanlış tanıtmaktır hem de esere karşı bir saygısızlıktır! Yönetmen ise yaratıcılığını kullanmış ve filmi bir tiyatro şenliğine dönüştürmüş. Yönetmenin başarısı tartışılır.
Artık, hemen hemen her kitabı veya oyunu filme dönüştürme girişimi olduğu için, insanlar oyunu izleme veya kitabı okuma zahmetine girmiyorlar. Bu yalnızca dizilerde oluyor. Çünkü diziler haftalık yayınlanıyor. İnsanların ilgisi, uzun bir zamana yayıldığı için, eseri alıp okuma “külfetine” katlanıyorlar. Uyarlamada en önemli sorunlardan biri ise, yazarın adına yer verilmiyor oluşu. Yazar nasıl olsa hayatta değil, kendimiz çalıp, kendimiz oynayalım gibi bir mantık söz konusu. 1 Mart 2013 tarihinde Victor Hugo’nun dört ciltlik başyapıtı olan “Sefiller” vizyona giriyor. Afişte yazarın ismi bile yok! Kitaptan uyarlandığını bilmeyenler, senaristin adına bakıp, yeni bir ürünün ortaya çıktığına inanıyorlar! Buna en güzel örnek, onlarca kez izlediğimiz, hepimizin ezbere bildiği “Süt Kardeşler” filmidir. Aslında bu film, Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın, “Gulyabani” adlı eserinin uyarlanışıdır. Bunu kaç kişi biliyordur?
Uyarlamada başarı konusuna gelirsek, önceki yıllarda yapılan filmler, esere sadıklığı ve dönemi yansıtışı bakımından daha iyi, günümüz uyarlamaları ise doğal olarak teknik açıdan daha başarılı durumdalar. Elbette teknik çok önemli. Fakat uyarlamada ön plana çıkan daima senaryo olmalıdır. Öykünün bel kemiğini oluşturan senaryodur. Şimdiye kadar yüzlerce uyarlama yapılmış. Bunların hepsini burada belirtmem takdir edersiniz mümkün değil. Fakat öyle eserler var ki burada birkaç tanesini yazmadan edemeyeceğim. “Susuz Yaz”, “Fareler ve İnsanlar”, “Madam Bovary”, “Kamelyalı Kadın”, “Notre Dame’ın Kamburu” ve “Yeşil Yol”
Çizgi romanlarda bu işten nasibini almış durumdalar. Aslında durumları daha vahim desem tam yerinde olacak. Çünkü seri olarak çekiliyor. “Batman”ın kaç değişik türlü filmi var ben de bilmiyorum... Durum bu! Bu iş, yurt dışında bile bu şekilde işliyorsa, ülkemizde böyle olmasına şaşmamak gerek. Kısacası uyarlama konusunda biraz değil, bir hayli başarısızız. İzleyici, durumdan memnun olabilir. (Her izleyici olmasa da, çoğunluk memnun) Fakat bu işin içerisinde olan biri olarak ben hiç memnun değilim! 
Uyarlama konusunda en başarılı bulduğum film ise, Aleksandre Dumas’nın, “Monte Kristo Kontu” adlı eseridir. İzleyin, pişman olmazsınız. Bin sayfalık bir eser, her yönüyle anlatılabilmiş. Demek ki istendiğinde yapılabiliyormuş…

Ege KÜÇÜKKİPER

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder