Alfred Hitchcock ve Orson Welles’den sonra üçlemenin son halkası olan, dahi yönetmen Godard’ı, temsil ettiği akım yani “yeni dalga” doğrultusunda ele alacağım. Tabii bu ele alışı her zamanki gibi bir film ile örneklendirerek yapacağım. Bu örnekleme için, Godard’ın kült filmlerinden biri olan “Serseri Aşıklar”, bizlere yeterince yardımcı olacak gibi duruyor.
Serseri Aşıklar, Godard’ın 1960 yılında çektiği, yeni dalga akımının izlerinin sıkça görüldüğü bir film. Şimdi, filmdeki olaylar ve karakterler üzerinden giderek bu akımı daha yakından irdeleyelim. Yeni Dalga, 1950 sonrasında Fransa’da ortaya çıkan bir akım. 2. Dünya savaşından sonra türeyen yapım şirketlerine tepki olarak doğan Yeni Dalga, Hollywood’a karşı çıkarak yüzeysellikten uzak bir biçim denemiştir. Yeni Dalga’nın diğer akımlardan en önemli farkı kurgu tekniğindeki başkalıktır.
Klasik kurgu tekniğinde dikkat edilmesi gereken üç temel şeyi; “aynı açıdan aynı açıya”, “aynı ölçekten aynı ölçeğe” ve “farklı hızlardaki görüntülerin kurgulanmaması” tamamen yıkarak, tersine, aynı açı, aynı ölçek ve farklı hız kavramlarının birbiri ardına eklendiği bu kurgu tekniğini benimseyen Yeni Dalga, Serseri Aşıklar filminin hemen hemen her planında varlığını hissettirmekte.
Ayrıca film, “atlamalı kurgu” dediğimiz tekniği kullanarak, bir olayın her oluşumunu göstermeden, yalnızca başını ve sonunu izleyiciye anlatarak, gereksiz planlardan uzak kalmayı yani hedefe kitlenmeyi (algıyı biraz bozsa da) başarmış durumda. Fakat bununla birlikte film, biraz evvel söylediğimin aksine, kameranın, aynı kişiyi, aynı mekanda, farklı açılardan ve planlardan çokça çekmesinin yarattığı tezatlıkla, aynı türden kesmelerin yapıldığı sahnelerin sırıtmadığı bir başkalaşım yaratıyor. İşin sırrı da burada meydana çıkıyor demek doğru olur sanırım.
Doğal Işık Ön Planda
Işık kullanımına baktığımızda, akımın izleri zirveye çıkıyor diyebiliriz. Yeni Dalga, yapay ışık kullanmadan, doğal olan güneş ışığıyla planlarını çekmekte. Asansör sahnesindeki kat ışıkları, Paris sokaklarında yanan sokak lambaları filmden verilebilecek en iyi örnekler. Bunların haricinde çok zekice kurtarılmış bir sahne daha var. Bir fotoğraf çekiminin olduğu sahne, set ışıklarıyla donatılmış vaziyette. Yanar durumda olan set ışıkları aynı zamanda film de görülen sahneyi de otomatik olarak aydınlatıyor ve bunu doğallığından ödün vermeden yapıyor. Yeni Dalga, dekor kurulumuna karşı olan bir akım. Doğal olan her zaman daha kıymetli bu akım için. Bu nedenle filmin çoğu mekanı Paris’in büyüleyici sokakları. Kapalı mekanlar ise stüdyo değil, gerçek. Filmin sahne atlayışlarında ise Paris’in sembolü olan Eyfel Kulesi ile daha birçok yeri seyirciye gezdirerek tanıtıyor.
Teknik alanında irdeleyeceğimiz son öğe ise; ses. Filme, kendinizi kaptırdıysanız ses konusunda bir sıkıntı çekeceğinizi sanmıyorum. Fakat öbür türlü rahatsız edici bir filmle karşı karşıyasınız demektir. Çünkü ses de doğallık önemli bir ölçüt halinde. Dış çekimlerde araba, uçak, iç sahnelerde ise telefon, zil, daktilo sesleri, oyuncuların konuşmasından daha etkin bir rol oynuyor. Buna benzer bir işlem karakterlerin karşılıklı konuşmalarında da var. Ses, bir karakterden gelirken, görüntüde diğer karakter, diğerinden gelirken de, görüntüde ilk karakter kendini gösteriyor. Sinema sahnesinde ise kulağınıza gelen replikler, karakterlerin içinde bulundukları durumu anlatır cinsten. Amerikan görüşlerinin aktarıldığı sahnede polis sirenlerinin ötüşüyse son derece manidar ve ironik.
Artık konuya gelebiliriz. Filmin genel konusundan çok, temalar üzerinde durmak daha aydınlatıcı olacaktır. Yeni Dalga’da, hiçbir sahne umduğunuz gibi bitmez, hele filmin sonu hiç bitmez. Daima bir belirsizlik vardır. Mesela, güzel çiçeklerle kaplı bir yolda arabayla ilerleyip, tüm bu güzelliklerden bahsederken, birdenbire silahınızı çekerek ateş etmeniz ya da sevdiğiniz kişiyle yolda şakalaşırken, oradan geçen bir adama araba çarpması, üstüne bir de ana karakterin cinayetten aranıyor oluşunu öğrenmeniz gibi. Son ana kadar karşınızdaki kişiyle iyi bir ilişkide gözüküp sahne sonunda ateşli bir kavgaya tutuşmanız, hatta polis tarafından kıstırıldığınız da seyircinin: “işte buraya kadarmış” dediği an, aslında yönetmenin de o şekilde gösterdiği anın tahminler dışı çıkması da bu duruma örnek gösterilebilir.
Gelelim bu filmi, “bir Godard filmi” yapan oluşumlara. Filmde açık bir şekilde bir takım metaforlarla Fransa – Amerika ilişkileri işlenmiş. Kadın ve adam, yorganın altına girip konuştuklarında, adamın: “çok tuhaf, aynı Fransa-Amerika gibi işlerimiz hep gizli saklı” demesi (kadın Amerikalı, adam Fransız) filmin içine yedirilen oluşumlardan sadece biri. Bundan başka kadın-erkek ilişkileri, bu ilişkilerin, sözde aydınlar tarafından tutumu; ahlaksal boyutu, kadının yeri ve önemi gibi alt başlıklarda filmin şekillenmesinde önemli bir yere sahip. Kadın karakterimiz kitap yazmak istiyor ve bunun için bir edebiyatçının röportajına katılıyor. Edebiyatçı geçinen sözde aydına yöneltilen iki sorunun haricindeki tüm sorular cinsellik ve ahlak ile ilgili.
Amerikan Kadını ile Fransız Kadını Arasındaki Benzerlik
Amerikan kadını ile Fransız kadını arasında ne gibi benzerlikler vardır sorusuna verilen yanıt: “Hiçbir benzerlik yoktur, Amerikan kadını, erkeklere hakim, Fransız kadını ise henüz değil.” Denmesi bile iki ülke arasındaki sadece siyasi boyutta olmayan çeşitli ilişkileri açıklıyor. Bir başka soru ise, aşk ile erotizm arasında ne gibi farklılıkların oluşu ile ilgili. Verilen yanıt bir önceki sorudan farksız dersek yeridir. “Fark yok aynı, aşk demek sex demek, sex demek aşk demek.” Ülke için en önemli şeyin kadın ve erkek olduğunu söyleyen edebiyatçımız, “insan” dan bahsettiğini unutuyor herhalde. Gelelim bizim karakterimizin sorduğu fakat edebiyatçımızın yanıtlamadığı o iki soruya. Bunlardan ilki “İleriye yönelik amaçlarınız neler?”, ikincisi ise “Toplumda kadının rolü sizce nedir?” Benim sorum ise, “Bir edebiyatçı olarak olaylara nasıl geniş bir yelpazeden bakamıyorsunuz?”
Yeni Dalga akımını değerlendirdiğimiz de elbette bu yazdıklarımın yaşanışı çok doğal. Yeni Dalga etkisindeki karakterler, toplumdan kopuk, ne yazık ki genelde öğrenci, bir aile olamamış (burada adamın anne-babasının boşanmış, kadının ise babasının verdiği sözleri tutmamasını ve her şeye rağmen birlikte geçirdiği mutlu günleri hatırlaması) tiplerdir. Filmin ve kadın karakterin tek olumlu yanı, kadının kendisini, “bağımsız” olarak nitelendirmesi. Evet, Yeni Dalga akımı bağımsız bir akımdır. Bu alegorinin bir karakter üzerinden işlenişi oldukça yerinde bir tutum. Karakterimiz, kitap yazdığında ve para kazandığında tam bir bağımsız olacağını belirtiyor. Yeni Dalganın temsilcileri de, filmlerini, bir romancının kitap yazması yahut bestecinin, bir müzik parçası yaratmasına benzetirler. Ne kadar doğru…
Cesur Bir Film
Araba gezintisinde adamın, doğduğu evi görmesi ve hemen o evin yanındaki eve bakarak zamanın hızla akıp geçtiğini, yalnız toplumun değil, yapıların da değiştiğini bizlere serzenişle dile getiriyor. Bir nevi eski ile yeni tartışması. Çağdaş hayatın ise, kadın ile erkeği birbirinden uzaklaştırdığı savunuluyor. Daima bir düzenden bahsediliyor. Düzenden kasıt, “katil dediğin adam öldürür”, “aşık dediğin sevişir”, “muhbir dediğin ihbar eder” şeklinde betimleniyor. Dönemin diğer filmlerine göre muhafazakarlıktan uzak, cinsellik (sevişme sahnesi yok) yönünden tabuların yıkıldığı, verilmek istenen mesaj ve anlatı doğrultusunda cesur bir film. Sanatsal yönü bir hayli fazla olan film, tablolarıyla izleyici büyülüyor.
Ve politika. Yeni Dalga, savaş karşıtı filmler içeren bir akım. Zaten esas olarak savaşa tepki olarak doğuyor. 2. Dünya savaşında önemli bir yere sahip olan radyo, bu filmde de “caydırıcı” olarak baş köşede. “Herhalde gençlere karşı değilsinizdir.” cümlesi filmi özetlemeye yeten cümle olduğunu düşünüyorum. Erkek karakterimizin, “Polisleri benim kadar seven yoktur.” cümlesini ise, evvelki cümlem ile bağlantılı bir kez daha düşünelim! Tabii Amerika alt teması burada bitmiyor. Bir de Eisenhower var. Hem asker hem politikacı olan bir devlet başkanı! “Düşünme” ve “sorgulama” filmin yapı unsurlarından. Kadın karakterimiz bir türlü düşünemiyor. Erkek zaten düşünmüyor. Düşünmemekle birlikte sorgulamıyor da. Fakat kadın karakter hiç değilse kelimelerin anlamlarını sorguluyor. Sorguladığı her kelime filmin kilit başlıkları. Her şeyin yedirilmiş olduğu bu filmin son cümlesi yine bir kelime sorgulayışı: “İğrenç ne demek?”
Edebiyatçıyı anlattığım bölümde özellikle bir soruyu sona sakladım. Çünkü bu sorunun yanıtı Godard’ı anlatıyor. Yazıyı böyle bitirmek daha hoş olur diye düşündüm. Hani edebiyatçımızın yanıt vermediği sorulardan biri vardı ya, “İleriye yönelik amaçlarınız neler?” bu soru ikinci kez sorulduğunda yanıtı almış oluyoruz.
“ÖLÜMSÜZLEŞMEK, SONRA DA ÖLMEK” Godard, ölmeden ölümsüzleşen efsanelerden biri…
“ÖLÜMSÜZLEŞMEK, SONRA DA ÖLMEK” Godard, ölmeden ölümsüzleşen efsanelerden biri…
Ege KÜÇÜKKİPER
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder