10 Eylül 2015 Perşembe

Orson Welles'in İki 'Kara' Filmi



Not: Bu yazı, Büt Dergisi'nden alınmıştır.

Franz Kafka’nın 1925 yılında yazdığı roman, ünlü yönetmen Orson Welles tarafından 1962’de beyazperdeye uyarlandı. Orson Welles’in “en iyi filmim” dediği,  kara film türüne ait özelliklerin kendini belli ettiği eserde, Avukat rolüyle çoğu filminde olduğu gibi (Bitmeyen Balayı – Yurttaş Kane – Macbeth) yönetmenliğinin yanı sıra oyunculuğuyla da ön plana çıkan Welles, gerek ışık, gerek açı ve perspektif, gerekse dekor kullanımıyla bu türün en başarılı örneklerinden birini vermiş durumda. Aynı zamanda Senarist ibaresinin yanında da yine aynı ismi görmek mümkün. Teknik unsurlara geçmeden önce konu hakkında biraz bilgi sahibi olalım. Çünkü kara film, yapıcı unsurların haricinde temasıyla da önemli bir yere sahiptir.
Josef  K. adında ne iş yaptığı, kimlerle tanışıklığı olduğu hatta soyadındaki K.’nın açılımının bile bilinmediği gizemli kahramanımız, yine bilmediği bir suçtan dolayı yargılanır. Aslında suçu, ne tutuklayan, ne tutuklatan ne de tutuklanan bilmektedir. Bu bilinmezlik filmin sonuna kadar devam eder. Orson Welles, 1962’de renkli film üretilmesine rağmen, türe uygunluğu açısından “Dava”yı siyah-beyaz çekmiştir.
Kara filmde olay, ya filmin içerisindeki herhangi bir karakterin (genellikle başrol) ya da filmde gözükmeyen ve bu sayede gizemini koruyan, yalnızca sesini duyduğumuz, her şeyi önceden bilen bir anlatıcı tarafından aktarılır. Filmde, anlatıcının sesine hayat veren de Orson Welles’dir. Konusunu sıklıkla suç teması üzerinden seçen bu tür, anlaşılması güç ve belirsiz olaylar üzerinde durur. Bu suç genellikle cinayettir.
Eleştirel bir dile sahip olan film, adalet sisteminin, prosedür ve bürokrasinin çılgınlığını ve bu çılgınlığın bireyler üzerindeki tepkisini ele alırken, çaresizliğin, ezilmişliğin, tekdüzeliğin, alışılagelmişliğin ve boyun eğişin portresini gözler önüne sermekte.  Çizdiği yarı aydınlık, yarı karanlık ışık kontrastlarıyla dramatik bir etki yaratmayı başaran film, bu tür aydınlatma ile bilhassa 'oda' içlerindeki işkence sahnelerinde, Josef K.’nın baskı ve gözetim altında tutulduğunu, korkunun bireyi ele geçirdiğini anlatır nitelikte. Bu niteliğe uygun bir başka sahne ise Josef K.’nın, çocuklardan kaçıp çitlerle çevrili dar bir odaya girişidir. Finalde ortalığı saran beyazlık ise, aydınlığı yani çözüme ulaşmanın anahtarını vermektedir.
Çok geniş açı ya da çok dar açı ağırlıklı çekimler, korkuyu ve ulaşılmazlığı simgeler biçimde. Kapıların normal boyutlarından büyük oluşu, çıkmazlığı betimlemede ustaca. Dekor konseptiyle, koridorların labiret biçimli oluşu, giriş ve çıkış kavramlarının akıl karıştırıcılığı, karakterin sıkışmışlığı ve tutunamayışlığı fazlasıyla gösterilmekte. Bu türün yaygın kullanımı olan, dezoryantasyon yani bir ya da daha fazla nesneden yansıtılan karakter veya bir başka nesne (filmde ayna kullanımı) garip durumları sentezlemekte. 1950’lerin başında daha çok yaygınlaşan dekor dışı çekimler, bu filmde yeterli düzeyde olmasa da, dış çekimlerin hemen hemen hepsinin gece çekimi oluşu, kara filmin “gece için gece” anlayışına uyum sağlamış.
Karakterlerin, hiçbir şekilde içlerinde bulundukları duruma “dur” demediği, bir varoluş çabası içerisinde oldukları, bir nevi normal insan diye tabir ettiğimizin biraz uçarı özelliklere sahip karakter yapısına uygun kara film, bu yönleriyle de kendini kanıtlamakta. Josef K.’nın itiraz etmesine rağmen tutuklanmaya göz yumması, ses çıkamayışı, diğer tutukluların Yargıcı görmeyişleri bu tarza örnek verilebilir. Aynı zamanda Josef K.’nın soyadının bilinmeyişi yine varolma çabasının bir örneği olarak görülebilir. Tek ve uzun çekimlerin kendine yer bulduğu filmde, ahlaksal bütünlüğün deforme oluşu, umutsuzluk ve güç gibi kavramlar ise temayı kuvvetlendirip, türe uyum sağlayan diğer unsurlardır. Gücü elinde bulunduranın, kendisini kendi gücüyle nasıl öldürdüğüne şahit olmak istiyorsanız “Dava” tam size göre…
Sanık: Ben suçluyum!
Avukat: Bende!
Sanık: Peki adalet?
Avukat: Adaleti “av tanrıçası” yürütüyor!

Yine kara film… Yine Orson Welles… Yine tek ve uzun çekimler… “Dava” filminin işleyişine benzer biçimde gidelim ve önce olay örgüsünü kısaca özetleyelim. Meksika'da narkotik şubede görevli olan Miguel Vargas ve karısı balayı için yoldadırlar. Bu sırada yolda başka bir araba patlar ve içindekiler ölür. Vargas, patlayıcının içinde Amerikan yağı olduğunu keşfeder ve olayı soruşturmayı üstlenir. Böylece bitmeyen balayı başlar. Yukarıda belirttiğim gibi Orson Welles bu filminde de başrole yakın bir karakteri, bir polisi canlandırmıştır. (Burada bir benzerlikten söz etmeden yapamayacağım. Alfred Hitchcock da her filminde mutlaka bir saniye dahi olsa kendisini gösterirdi) 1958 senesine ait film, bu sefer bilinen bir suç teması üzerinden izleyiciye aktarılır. Bilinmezlik ve gizem filme hakim olan duygudan yoksundur. Daha şok şaşırtma öğesi ön plana çıkarılmış, aksiyon bolluğu yürekte hissedilmiştir.
Orson Welles, alt açı kullanımlarıyla yüceliği, (karakter her ne kadar tükenmiş olsa da) geniş açı kullanımıyla yine türün istediği özellikleri vermiştir. Dış çekimlerde zamanın genellikle gece olduğu fakat gündüz sahnelerinde de aydınlatma ve karartmanın, insan yüzünün yarısına yansıdığı, karamsarlığın hakim olduğu filmde, sahte şüpheler, ihanet ve aldatmalar, kara film türüne besleyici birer malzeme olmuşlardır. Polis Müfettişinin, dinamitleri kendi elleriyle masum bir insanın evine koyuşu, onu suçlu çıkarmak isteyişi, tüm şüpheleri üzerinde toplayıp, kendi sonunu hazırlaması buna örnektir. Aynı şekilde kadın karakterin, kötüler topluluğu diye tabir edebileceğimiz bir grup arasında ihanete uğraması, güvende olacağı için onlara uyup gidişi yine bir ihanet için emsal gösterilebilir. Bu türde, sigara veya içki içmek neredeyse bir zorunluluktur. Kişinin içine düştüğü durumdan kurtulma çabası, bu maddeyle simgeleştirilir.
Kara filmde mekanlar, eğer dış çekimse dekor olmaktan çıkar ve bir şehirle birleşir. Şehrin yanı sıra, elektrik direklerinin çokça bulunduğu kuş uçmaz kervan geçmez yollar, barlar, olayların şiddetlendiği yerlerdir. Planların çoğunun barda yapılışı, finalin ise şehrin dışında ıssız bir yerde gösterilişi filmin, türe uygun olduğunun birer ispatıdır. Orson Welles, Polis Müfettişini, dünyayı algılama çabasını, kendisinden daha güçlü kimseyi bulmayışını, her doğruyu bildiğini sanışını, meslek dışı kişilerin mantığının zayıf oluşunu kabullendiğini, kısacası kendini varolma çabası içerisinde bir karakter olarak yaratmıştır. Ahlak temasının başı çektiği filmde, sonuç – anlam ilişkisi göze çarpar. Baş karakter, amacına ulaşmak için, karşısındaki herkesi bitirmiş ve bu yolu mübah olarak görmüştür. Karakterin görüşleri bu doğrultuda, kendi gücünü kontrol edememe, sonunu görememe olarak değerledirilebilir.
Siyahlığın ve beyazlığın ton olarak ayrıldığı, her iki renginde eşit olarak dengelendiği film, kara film türünün “klasik” döneminin son filmi olarak kabul ediliyor. Bana göre;  finalde belirsizlik olmayışı, her şeyin ayan beyan ortaya çıkışı klasik dönemin çoktan sona erdiğini söylüyor. Hatta klasik teknikte kullanılan, “ileri ya da geri dönüş” filmde bulunmamakta. Eğik çerçevelemeler düzen ve adaletin bozukluğunu, yatak parmaklıklarının arkasından çekilen planlar ise sıkışmışlığın ve baskının motifi olarak karşımıza çıkmakta. Kara film türüne ait olmayan diğer filmlerini de (yazımın başında bahsettim) izlemenizi tavsiye ederim. 

Ege KÜÇÜKKİPER

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder